ÖFKE: KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR

‘’Aslında karanlık diye bir şey yoktur

Sadece ışığın yokluğu diye bir şey vardır.’’

 

Temel emosyonlarımızdan biri olan öfke, belirli psişik rahatsızlıklarda önemli bir problemdir. Bazı toplumlarda öfke, öfke krizleri ve saldırganlık toplumsal ilişkilerde, bireyler arası ilişkilerde asıl araçlardan biridir. İnuit bir halk olan Utkaslar gibi diğer toplumlarda, öfkenin adı bile yoktur yani Utkaslarda öfke kelimesi yoktur. Amerikan antropologu Jean Gibbs’in anlattığına göre, Utkaslar için hayatı önemde olan bir Kaneo’yı (kayık) kıran şımarık turistlere Gibbs bir öfke krizi gösterdiğinde Utkaslar, onun bu tutumunu garip, uygunsuz, dengesiz bulmuşlar ve grubu terk etmelerini istemişlerdir. Utkaslar için grubun birliğini bozacak her tutum zor hayat koşullarında kabul edilemezdir. Öfke, insan söz konusu olduğunda ahlakidir sadece ahlaki bir yargıdan kaynaklanmaz aynı zaman da ona maruz kalır.

 

Modern toplumlarda öfke bereketli topraklar üzerindedir. Toplumsal dayanışmanın yerini toplumsal rekabetin aldığı bu toplumlarda, rekabetin vahşi ormanında, kendini ortaya koymayı, savunmayı bilen, saldırgan, tahakkümcü, yüksek sesle ve güç gösterisiyle konuşan, davranan biri şaşkınlık yaratmaktan çok hayranlık uyandırmaktadır. Kişiler arası ilişkilerde olduğu kadar toplumsal ilişkiler de,  modern toplumun demokratik inanışlarına ters olmasına rağmen ideolojik çekiciliğini korumaktadır. Pulp Fiction, Fight Club gibi gişesi çok filmler öfkeye bir cins övgüdür.

 

Modern bireyin apatik (duyarsız, hissiz) durumuna çözüm olarak öfkeyi ve fiziksel şiddeti sunan bu filmler, tüketim toplumunun tacizi altındaki ergenler için ‘’hayatlarının filmi’’ durumuna gelebilmektedir. Boşuna değil! Özellikle Fight Club, zorlayıcı, dayatmacı toplumsal çerçeveye ( okul-ebeveyn-iş-tüketim) ergenlerin yıkıcı düşüncelerini ve dünyayla yeni tarz bir ilişkiyi; deneyime dayalı yani bir anlamda otonomilerini yücelten bir ilişkiyi sembolik olarak dile getirmektedir. Verdiği basit reçete şiddettir. Filmde şiddetin ilk ortaya çıktığı sahnede bu şiddet içgüdüseldir, keyfidir, görünür herhangi bir nedene dayanmamaktadır.  Bir anlamda emosyonlarında yalıtılmış bireylerin onları yine kendilerine mal etme girişimi olarak öfke ve şiddet olumlanmıştır.

 

Kültürlere ve dönemlere göre değişse de emosyonların ve duyguların dile getirilmesinin önünde daima toplumsal, ahlaki bir takım kurallar, kendisinin ya da başkalarının öfkesinden korkan, onu bir cins olgunlaşmamışlık olarak değerlendiren insanlar vardır. Bu durumda öfke kontrolü toplumsal ve kişisel bir dayatma olarak karşımızda durmaktadır. Öte yandan gündelik psikoloji, (ya da harcı âlem psikoloji olarak adlandırabileceğimiz, bir takım ‘’bilimsel’’ hipotezlerin kabalaştırılmış olarak herkes tarafından benimsenmiş şekli), bize emosyonlarımızı, duygularımızı içe atmanın pek de sağlıklı olmadığını söylemektedir. Bu efsanenin altında meşhur Anna O.’nün hikâyesi vardır. Freud’un iş arkadaşı Joseph Breuer, Anna O.’deki histeri belirtilerinin, ‘’ somatik konversiyonlar’’ olduğunu, normal yollardan dışa vurulamayan emosyonların ve duygusal yaşantılarının dışa aktarımıyla ve geçmiş yaşantıların bilince çıkarılmasıyla tedavi edilebileceğini öne sürmüştür. Katartik method olarak adlandırdığı bu method, psişik aygıtı düdüklü tencere gibi ele alır yani akıl hastalıkları, tencerenin içinde kaynayan dürtülerin, enerjilerin supaptan kaçan kısmidir. Sistemin içindeki gerilimi azaltmadan davranışı değiştirmek bir anlamda supabı  tıkamaktır. Bu durumda tencerenin içindeki buhar; dürtüler, enerjiler başka bir yerden patlak verecektir. İşte bu yüzden gündelik psikoloji bize günahsız bir yastığı tekmelememizi ya da bir kum torbasını yumruklamamızı öğütler, yanı öfke bir şekilde dışa vurulmalıdır. Freud’un süreç içerisinde terk ettiği, Lacan’ın tamamıyla reddettiği katartik methodun, Anna O.’da da pek bir işe yaramadığı bugün artık bilinmektedir. S. Mallick ve B. McCandless 1966’da 84 kız ve 84 oğlan ile yaptıkları bir araştırma, engellenmeden (früstrasyondan) kaynaklanan öfkenin, onu ortaya çıkaran koşulların nasıl yorumlandığına, anlaşıldığına bağlı olduğunu, sembolik dışa vurumun öfkeyi ve saldırganlığı yeniden harekete geçirdiğini göstermiştir.  

Sık sık zıvanadan çıkan emosyonlarımızdan tümden kurtulmaya çalışmak, bizi biz yapan, insan yapan şeylerden kurtulmaya çalışmaktır. Öfke de diğer emosyonlarımız gibi hayatta kalma, var olma ve daha iyi yaşama  mücadelemizde elzemdir. Buna rağmen öfkeli davranmak ve saldırganlık sadece öfkeye maruz kalana değil öfkeli olana da zarar verir. Öfkeli davranmak bazen öğrenilmiş bir alışkanlıktır. Sanki bize başka türlü yapmak elimizde değilmiş gibi gözükür. Gerçekte bizi öfkelendiren şeyler üzerine serinkanlı düşünmek, öfkenin bize maliyeti ( tansiyon, sosyal ilişkilerde bozukluk, yalnızlık),  konusunda aydınlanmak, bize öfkelendiren durumlardan kaçmak, aynı durumlara keyifle ve mizahla cevap vermeyi öğrenmek, öfkemizdeki haklılık payımızı ve onun işe yararlılığını düşünmek öfkemizi kontrol etmemize yardımcı olacaktır.

  
3058 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın