Anksiyete üzerine bir not…
Anksiyetenin ne olduğunu herkes deneyimlerine dayalı olarak bilir. Söz konusu olan anksiyeteyi tanımlamak olduğunda en bilginlerimiz bile ciddi zorluklar yaşarlar. Gülü gülle tartmanın getirdiği zorluklardır bunlar. Genellikle anksiyeteyi açıklamaya çalışırken, açık olmayan yine tanımlanması zor bir takım duygulardan ve emosyonlardan bahsetmek zorlaması olduğundan bir takım tanım hatalarına düşmek kaçınılmazdır gibi durur. Birde buna Türkçede her kelimeyi her anlamda kullanma alışkanlığını, psikoloji, psikopatoloji ve psikiyatri alanında süren kavram ve anlam kargaşasını eklediğimizde işin içinden tamamen çıkılamazmış gibi gözükür.
Bu kavram kargaşasından kurtulmanın geçerli yolunun artık uluslar arası hale gelmiş sözcükleri kullanmaktan geçtiğini düşünüyoruz. Özellikle anksiyete söz konusu olduğunda, bu kavramları Türkçeleştirme çabasının sorunları anlaşılır kılmaktan çok içinden çıkılamaz hale getirdiğini görüyoruz. İki örnekle bu kargaşanın hangi boyutta olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Verdiğimiz örneklerde hekimlerin ne bilgi ne yetenek konusunda bir eksiklerinin olduğunu düşünüyoruz. Kullandıkları dil bağlamının onları sözünü edeceğimiz hatalara sürüklediğini öngörüyoruz.
Doç.Dr. Nesrin Dilbaz, editörlüğünü yaptığı ‘’Anksiyete Bozukluklarında Son Gelişmeler’’ (2005) adlı kitabın önsözünde şöyle diyor:
‘’ İnsanın insan olduğunu duyumsamasının ardında düşünce yeteneğinin yanı sıra sevinç, öfke, korku, üzüntü, ve kaygı gibi yaşadığı duyguların da önemi yadsınamaz.
Bu temel duygularımızdan biri olan korkunun, kaynağı ve nesnesi belirli olmayan ve daha yaygınlaşmış türüne anksiyete yani kaygı adını vermekteyiz.
Kaygı yaşayan insan bir şeylerden korkuyormuş gibi tedirgindir kendini aşırı rahatsız hisseder, kuruntuludur, iç sıkıntısı çeker ve bu duyguları yaşarken görünürde nesnel bir neden yoktur.
Anksiyete bozuklukları ise kaygılı olmak durumu kadar basit değildir. Burada mantıksız endişe ve endişe kaynağı olan durumdan kaçınma söz konusudur’’
Edebi yanını bir yana bırakırsak, bu ifadelerde ilk bakışta yanlış gibi gözüken hiçbir şey yokmuş gibi duruyor, özenle, basit ifadeler kullanılmasına rağmen ne anladığımızı kendimize sorduğumuz da pek bir şey anlamadığımızı söylemekte bir sakınca görmüyoruz.
Öncelikle tamamen geçersiz bir cümleye dikkati çekelim, Dilbaz’ın ifade ettiğinin aksine; kaygı yaşayan bir insanın bir şeylerden korkuyormuş gibi ( gibisi ne ise) olabileceği gibi bir şeylerden korkuyor da olabilir, örneğin sınavda başarısız olmaktan kaygılanan bir öğrenci, başarısız olmaktan korkuyor ve tedirgin oluyor olabilir ama zorunlu olarak kendini aşırı rahatsız hissetmez. Bu öğrencinin biraz kuruntusu biraz da iç sıkıntısı olabilir ve bu normal bir kaygıdır üstelik bunların sınav gibi nesnel bir nedeni vardır.
Anksiyeteyi, korkunun kaynağı belli olmayan,nesnesi belli olmayan ( her ne demekse), yaygınlaşmış bir türü olarak tanımlamanın hatalı olduğunu düşünüyoruz. Korku hariç yukarda anksiyeteyi tanımlamak için kullanılan terimlerin hem anksiyeteyle eşanlamlı hem de birbirinin yerine (kaygı-endişe-sıkıntı-anksiyete) kullanılabildiklerine dikkati çekmek istiyoruz.Oysa bu terimler anksiyeteyi açıklamak için kullanılmaktadır. Bu açıklama değil totolojidir.
‘’ Anksiyete bozuklukları ise kaygılı olmak durumu kadar basit değildir’’ cümlesinde kaygılı olmak yerine anksiyeteli olmayı koyduğumuzda şu cümle oluşur; ‘’Anksiyete bozuklukları ise anksiyeteli olmak kadar basit değildir.’’ Gerçekten de öyledir midir? Bu cümleyi anlamak gerekir. Her ne durumda ya da düzeyde olursa olsun kaygılı-anksiyeteli olmak basit bir şey midir? Basit olan nedir? Kanımızca değildir ama önemli olan cümlenin ne anlattığının belirsiz olmasıdır.
Sevinç, öfke, korku, üzüntü, ilksel ve evrensel emosyonlardan olup kaygı ile, yani anksiyete ile aynı kategori içerisinde bulunamazlar çünkü anksiyete ilksel emosyonların tüm ortak özelliklerine sahip değildir.
Türkçede hem ilksel emosyonlara hem duygulara, duygu demek, terimleri yerli yerinde kullanmamak yaygın alışkanlığı anksiyetenin anlaşılmasında ve açıklanmasında ciddi bir sorundur. Buna bir de vücut-zihin ya da beden-düşünce düalizmi eklendiğinde sorun katmerleşmektedir.
Şüphesiz, anksiyetenin doğasını kognisyonlar, emosyonlar ve motivasyonlar bağlamından ayrık olarak kavramamız mümkün değildir ve gerçekte bu ayrı ayrı terimler, birleşik bir sistemin dinamiğinin farklı veçhelerine işaret etmektedirler.
Türkiye Psikiyatri Derneğinin yayınladığı Anksiyete Bozuklukları (2006) kitabında Şeref Özer şöyle demektedir; ‘’ Anksiyete, normalde bireye yönelik olası bir tehlike tehdidi karşısında onu, gereğini yapmak üzere harekete geçmesi için hazırlayan bir biyolojik uyarıcıdır. Bu tehdit daha sonraki bölümlerde anlatılacağı gibi, bazen bir yitimden bazen de ruhsal iç çatışmadan kaynak alır. Çatışma iç dürtüler ile iç ya da dış engeller arasında olabilir.’’
Dikkatimizi ilk çeken nokta, Özer anksiyetenin her ne demekse biyolojik bir uyarıcı olduğunu söylemesidir. Dilbaz’ın ‘’ kaynağı ve nesnesi belirli olmayan’’ deyişi aksine ‘’olası bir tehlike tehdidinden’’ (sanki tehdit içermeyen tehlikeler varmış gibi) bahsediyor velakin cümle hiç bir şey anlatmıyor. ‘’Normalde’’, ‘’bireye yönelik’’ gibi vurgular anlamamıza yardımcı olmaktan çok bir laf kalabalığı karşısında olduğumuzu düşündürtüyor. İkinci cümlede tehdit yerine aklınıza gelen herhangi bir psikolojik terimi koyun cümlenin anlamı ya da anlamsızlığı pek değişmeyecektir. Durum buysa bu paragraftan anksiyeteye özgü bir şey öğrenmemiz mümkün değildir.
Uzm.Psk. Elif Kabakçı, Savaşır ve Boyacıoğlu ile editörlüğünü yaptığı Bilişsel-Davranışçı Terapiler isimli kitapta, Panik ve Yaygın Anksiyete Bozukluklarında Bilişse-Davranışçı Tedaviler yazısında yukarda sözünü ettiğimiz anlamsızlıkları tekrar etmektedir:
‘’ Anksiyete, tek bir dışsal uyaranla sınırlı olmayan, fobilerdeki gibi sürekli ve yaygın kaçınma davranışları ile birlikte görülmeyen, kolay giderilemeyen bunaltı, sıkıntı ve endişe duygusudur. Bu duygu, hafif bir tedirginlik duygusundan panik derecesine varan yoğunlukta yaşanabilir (Öztürk, 1988).’’
Kabakçı buruda anksiyete derken muhtemelen yaygın anksiyete bozukluğundan söz ediyor. Böyle anlasak bile tanım ‘’saçmalık’’ ile dans ediyor, ‘tek bir dışsal uyaranla sınırlı olmayan’ ibaresi fobilerle ayrım koymak için kullanılmış olsa bile herhangi bir fobide ‘tek bir dışsal uyaranın’ nasıl tek bir olduğunu anlamak kolay değil ayrıca uyaranın dışsal niteliği da tartışmalıdır. Klinik varsayımlarla teorik varsayımlar ilişkisiz değillerdir ama birebir de örtüşmezler. Bir takım klinik ayırıcı tanı ölçütlerinden teori yapmaya kalktığımızda ne dediğimizin belli olmaması kaçınılmazdır. Anksiyetenin (ya da yaygın anksiyetenin) fobilerdeki gibi ‘sürekli ve yaygın kaçınma davranışlarıyla’ görülmediğini iddia etmek için bu davranışların sürekliliğini ve yaygınlığı ölçebilecek bir ölçütümüzün olması şarttır aksi takdirde keyif bağışlamış oluruz ve bilim keyif bağışlama değildir.
Kabakçı, aynı keyif bağışlama hatasını aynı yazıda ‘’Anksiyete türleri ‘’ alt başlığı altında da yapıyor:
‘’ İki tip anksiyeteden söz etmek mümkündür: Birinci tip anksiyetede en önemli problem, hemen her ortamda, beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan ve tekrarlayan panik nöbetleridir.’’
‘’ Anksiyetenin ikinci tipinde ise, en önemli problem, panik nöbetlerinin geleceği beklentisi ile bağlantılı olmayıp, değişik yaşantılara bağlı olarak hissedilen, gerçekçi olmayan, yoğun bunaltı, korku ve endişedir.’’
Kabakçı, klinik anksiyete tanılarının iki tanesinden söz ediyor şüphesiz ama bunu öyle genel bir şekilde dile getiriyor ki söylediğinden sanki iki tür anksiyete varmış gibi düşünebiliriz. Komik olan şey panik nöbetlerinin temel özelliklerinden birinin (yoğun korku ve bunaltı) ikinci tipin önemli problemi olarak öne sürülmesidir.
Peki, anksiyete nedir? Bu başka bir yazının konusudur. Şimdilik şunu söylememekle yetinelim; anksiyete, korkuyu içerebilir ama korku ya da korkunun bir türü değildir. Anksiyetenin korkuyla durmaksızın ilişkilendirilmesi diğer emosyonlarımızla ilişkili olmamasından ziyade korku kültürümüzün bilimsel sorunsal (paradigma) üzerindeki etkisidir. Bu paradigma değiştiğinde şüphesiz anksiyeteyi daha iyi tanımlamak ve onunla baş etme araçlarını da edineceğiz.
Anksiyete, bir tehdit, tehlike ve belirsizlik algısı ile ilgilidir. Bu algı korkuyla ilişkili olabileceği gibi utançla, hatta sevinçle de ilişkili olabilir. Anksiyete emosyonel, kognitif ve davranışsal süreçlerimiz ile ilişkili bir durumdur. Anksiyete, insanlığın binlerce yıllık hayatta kalma mücadelesi içerisinde yazıla gelen ve yazılmaya devam edilen bir program olarak da düşünülebilir.