Yalom ve Ölümle Yüzleşmek

Yalom ve Ölümle Yüzleşmek

 

‘’ ..felsefe özgürlükten söz ederken, söz ettiği yalnızca filozofun elde edebileceği bir özgürlükse, bir bozukluk olmalı bunda’’

Oruç Aruoba, Hegel’in özgürlüğü


Zamanın dışında ve boşlukta var olmadığımız için bize ilişkin her şey bir şeylerle ilişkilidir. Varlığımız bu ilişkilerdedir. Şüphesiz, ‘’ben’’, ‘’öteki’’, ‘’varoluş’’ gibi kavramlardan hareket eden yaklaşımlar soyut modeller oluşturarak herkesin kendince bu modelleri anlamasına imkân verdikleri için daha çekici olabilir hatta bu düşüncelerin daha derinlemesine sorunu yansıttıkları düşünülebilir. Bu derinlik bazen öylesine olur ki anlatılamaz hale gelir. Sorun yeniden yapılandıramadığımız, sınayamadığımız ve başkalarına gösteremediğimiz bir şeyi nasıl kavradığımızı nasıl bilebileceğimizdedir.

 

İnsan ilişkilerini, duygulanımlarını, varoluşunu Kojeve’in Hegelci ‘’köle-efendi’’ diyalektiğine göre anlayabileceğimiz ve açıklayabileceğimiz gibi ölüm korkusunu da bu diyalektikten hareketle açıklayabiliriz. Her türlü düşünsel spekülasyon bizim dünyamızı daha iyi kavramamıza yardımcı olabilir. ‘’Kim için’’, ‘’nasıl’’ ve ‘’ne için’’ sorularını sormadığımız sürece, insana ilişkin her şeyin bir açıklamasını, birkaç merkezi kavramla bulduğumuzu iddia edip; sanatın doğuşundan rüyalara, savaşların nedeninden gündelik hayatın psikopatolojisine kadar her şeyi, bu kavramlarla açıklayabiliriz. İnsan psikolojisini anlamak için de hipotetik (bir yerlerde varmış gibi, sanki gerçekmiş gibi) ruhsal aygıtlar icat edip, sonra kavramlardan oluşturduğumuz bu aygıtların nasıl işlediğine, nasıl geliştiğine, bu mekanizmalar içerisinde psişenin girdiği hallerin, nasıl ortaya çıktığına ilişkin bitimsiz tezler ve anti tezler öne sürerek sonsuza değin tartışabiliriz.

 

Atış serbest! Bir kez ruhçözümlemeye giriştik mi bunun ne zaman biteceğini ve ne gibi sonuçlar getireceğini kim önceden söyleyebilir ki!

 

İnsanın doğası, özü, varoluşu üzerine filozoflar yüzyıllardır çeşitli görüşler ileri sürüyorlar. Hiç kuşkusuz her terapist bunlara değin kendine has bir fikre sahiptir. Kimileri varoluşçudur, kimileri siniktir. Kimileri Hegelcidir, kimileri Spinozacıdır. Kısacası, her terapist bir dünya görüşüne sahiptir. Ölümle yüzleşmenin yazarı Irving Yalom necidir? Derdi nedir ki üç romanının adında tanınmış, çekici bir filozofa bir atıf bulunur. Ruh çözümlemeciliğinden insan çözümlemeciliğine mi girişmiştir? Niçin bunu ‘’roman’’ gibi bir araçla yapar? Metafizikten retoriğe bir geçiş mi bu? Yoksa Yalom terapi mi?

 

 Sorun terapistin dünya görüşünün ve temel inançlarının terapisini ne derece belirlediğidir. Yalom nasıl çıkar bu soruların içinden bilemiyoruz. Mesela ölümle yüzleşemeyiz, ölümü hiçbir zaman bir deneyim olarak yaşayamayız diyen Antropotanatolojinin (antropolojik ölüm bilimi) kurucularından Louis-Vincent Thamos[1]’in yazdıkları hakkında ne düşünür? Philippe Ariès[2]’in  avrupa’da ölüme ilişkin tutumları incelediği tarihi araştırma konusunda ne düşünür?  Epikür’e bu kadar düşkün bir adam,       ‘’ Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.’’ deyişinden ne anlar? Filozoflara bu kadar meraklı bir adam konusundaki antropolojik çalışmalardan niye bu derece uzak durur? Ölüm üzerine spekülasyonlar yani farazi seyirler ona son derece ilginç gelirken[3], ölümü şimdi ve burada kavramamıza yardımcı olabilecek tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamın bilimsel gözlemlerinden niye bu kadar uzak durur?

 

Açık tartışılabilir hipotezler öne sürmek, kendi sanılarını ve düşüncelerini evrensel insan düşüncesi sanmamak eleştirel düşüncenin başlangıç koşuludur. Yalom, Türkçeye ‘’Güneşe Bakmak Ölümle Yüzleşmek[4] ‘’ (2008) olarak çevirilen ‘’Staring at the Sun-Overcoming the Terror of Death’’ (2008) şöyle diyor:

 



 

 Yalom, ne derece sübjektif olduğunun bilincinde diye düşünebiliriz ölüme ilişkin kendi duygularını bütün insanlara mal ediyor diye de düşünebiliriz. Nitekim ‘ölüm korkusunu bütün insani varlıklarla paylaşıyorum’ diyor. Bu arada da ölüm korkusunun gizli bir betimlemesini yapmış oluyor ve hiç tartışmadan (a priori) bu korkuyu evrenselleştiriyor çünkü bu korkuyu insanın özüne ilişkin bir korku olarak tanımlıyor. Onu, hiç ayrılamadığı karanlık bir gölgesi olarak tanımlamak yerine hepimizin de ayrılamadığını söylüyor. İleri sürdüğü kanıt kendi deneyimleri ve onu bilgilendiren arkadaşlarının söyledikleridir. Bu yaklaşımım hem mantıksal, hem felsefi ve hem de bilimsel açıdan ne kadar geçerli olduğu tartışılabilir.[5] Esas sorun herkesin paylaştığı bu korkunun, bir ve aynı şey olduğunu nerden bileceğiz? Eğer bir ve aynı şeyden korkmuyorsak aynı korkuyu paylaştığımızı nasıl iddia edeceğiz? Bu sözde olan bir tutarsızlık değildir çünkü ölümün kendisi ile hiçbir zaman yüzleşemeyeceğimiz, her yerde olduğunu düşünsek de bir nesne olarak hiçbir yerde bulamayacağımız bir şeydir. Bulabileceğimiz ve yüzleşebileceğimiz tek şey kadavradır.  Felsefi, sanatsal, bilimsel bir söylemin konusu olarak ölüm bizzat ne kadar kendisidir. Ölümün tanımı kendi özgüllüğü içerisinde belirsiz, ne kadar betimlemeye dayalıysa bir ve aynı şeyden söz ettiğimiz o kadar şüphelidir.

 

Yalom, hiç şüphe etmiyor. Ölümden korkmanın öğrenilmiş, kültürel düzeyde çerçevesi çizilmiş ve anlamlandırılmış bir ölmekten korkmak olabileceğini, tarih, toplum, zaman bağlamında bunun içeriğinin değişmişliğini tartışmıyor. Sabit bir fikir, herkesin ölümden korktuğunu kitabının başında ısrarla vurguluyor;  ‘’Gılgamış hepimiz adına konuşuyor. Onun ölümden korktuğu gibi

hepimiz korkarız-her erkek, kadın ve çocuk ölümden korkar. Bazılarımız için ölüm korkusu genelleşmiş bir huzursuzluk şeklinde dolaylı olarak kendini gösterir yada başka bir psikolojik bozukluk kılığına girer; bazılarımız ölümle ilgili açık ve bilinçli bir anksiyete yaşarken, bazılarımız için ölüm korkusu bütün mutluluk ve sevinci engelleyen bir dehşet haline gelir.’’ Her ne kadar kendine usta olarak  ‘’büyük psikiyatrları ve psikologları - Pinel , Freud, Jung, Pavlov, Rorschach ve Skinner- değil, Epikür’ü  seçse de  Yalom’un felsefe yapması gündelik olumsuz anlamda kalıyor.Bazılarımızın ölümle ilgili ‘’açık ve bilinçli bir aksiyete’’ yaşadığını kabul etmek herkesin ölüm korkusu yaşamadığını kabul etmek değil midir? Açık ve bilinçli bir aksiyeteye korku demek mümkün müdür? O zaman korku diye nitelemediğimiz bir şey var mıdır? Her kaygı bir korkuysa korkunun bir anlamı var mıdır?


 

Yalom, kaygıdan (anxiety) korkuya (fear) korkudan dehşete (terror) çabucak geçiyor[6] ve bunlar aynı şeyler değil sadece belirlenimleri açısından değil ruh hallerimiz üzerindeki etkileri açısından da benzer sonuçlara yol açan şeyler değiller. Bunları bir süreklilik (continuatus) içinde düşünmemiz mümkündür ama süreklilik, özdeşlik değildir. Hepimizi ölümden her zaman ve her yerde (our omnipresent fear of death)  korktuğumuza inandırmaya çalıştıktan sonra her tarafta ve her şeyde ölümlülüğümüzün işaretlerini gördüğümüze inandırmaya çalışıyor. Kanıtı yine kişisel deneyimleri ve klinik tecrübesidir. Gerçekten bu dünyada tek klinik yapan Yalom ve hepimiz Yalom’un kliniğinden geçmiş olsaydık belki söyledikleri inandırıcı olabilirdi. Yalom, düşünsel anlamda tartışılabilir bilimsel anlamda test edilebilir açık hipotezler ileri sürmediği müddetçe bütün savları bir sanıdan öte bir şey, nasıl olacaktır?

 

‘’Her halükârda bir şey kesindir: insan, insani bilgiye sorulmuş olan ne en eski ne de en sabit problemdir. Nispeten kısa bir kronolojiyi ve kısıtlı bir coğrafi bölümlemeyi -XVI. yüzyıldan itibaren Avrupa kültürü— ele alarak, insanın burada yakın tarihli bir icat olduğundan emin olunabilir. ...İnsan,

düşüncemizin arkeolojisinin yakın tarihli olduğunu kolaylıkla gösterdiği bir icattır.’’[7]

 

(sürecek)



[1]  http://fr.wikipedia.org/wiki/Louis-Vincent_Thomas

[2] Essais sur l'histoire de la mort en Occident : du Moyen Âge à nos jours, Seuil, 1975.  L'Homme devant la mort, Seuil, 1977. İmages de l’homme devant la mort, Seuil, 1983

[3] Onları ne derece kavradığı bizce şüphelidir.

[4] Overcoming the Terror of Death, ölümle yüzleşmek diye çevirmek için cesaret sahibi olmak gerekir.

[5] Eğer Yalom bilişsel davranışçı bir terapiste bunu bir danışan olarak söyleseydi. Terapist bu aşırı genelleştirmeyi sokratik sorgulamayla görecelileştirmeye çalışır mıydı? Yoksa varoluşumuzun özünde esaslı bir korkumuz var ve bu korkuyla nasıl yaşarız sorusuna mı cevap arardı?

 

 

[6] El çabukluğu sihirbazların işidir filozofların değil.

[7]  Kelimeler ve şeyler, Michel Foucault, İmge,  s.539

  
2065 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın